Kopuz eskiden beri Türklerin kullandıkları, bugün Altay Türklerinde rastlanan bir çeşit musiki aleti. Bakşı ve ozanların sagu ve destan okurken çaldıkları bu saz, Türk memleketlerinde her zaman rastlanan bir çalgı aletidir. Kaynakların haber verdiğine nazaran Uygur ülkelerinde ve diğer Türk boylarında görülen kopuz, Divanü Lügati’t-Türk’te de yer verilmiştir. Hatta bu kelime ile ilgili olarak; kobzamak, kobzatmak, kobzaşmak, kobzalmak kelimelerine de rastlanmıştır.
Bir çeşit kemana benzeyen kopuz üç-üç buçuk ayak boyundadır. Üzerinde at kılından, bükülmüş iki kiriş gerilmiştir. Kopuz, Türk hayatında eskiden beri varlığını sürdürmüş, hatta şairlerimiz şiirlerinde bu kelimeye yer vermişlerdir. Aslına bakarsak üç telli bir saz olan kopuz, zaman içinde değişikliğe uğramış; ozanların çaldığı kopuza, “kopuz-ı ozan”; Garp Türklerinin kullandıkları kopuza da “kopuz-ı Rumi” denmiştir. Kopuz-ı ozan üç, kopuz-ı Rumi beş tellidir.
On yedinci yüzyıldan sonra Türk cemiyetlerinde, eskiden olduğu benzer biçimde kopuza pek önem verilmez. Hatta edebiyatımızda bu çalgı aletine pek yer verilmez olmuştur. Bununla ilgili olarak mütercim asım Efendi Burhan-ı Kati adlı eserinin “berbat” maddesinde, bu kelime için, “kopuz dedikleri saza denir” demektedir.
Bugün Altay Türklerinde yaşayan bu çalgı ile eskiden sagular, koşuklar, yırlar terennüm edilmiştir. Diğer Türk boylarında, mesela Garp Türklerinde kopuz, yerini saza bırakmıştır. Böylece eskinin bir devamı şeklinde görünen ve şiirlerini saz eşliğinde söyleyen halk şairleri ortaya çıkmıştır.
Çok eskiden beri Orta Asya’da «çalgı» anlamında kullanılan “kopuz” terimi, günümüzde de Türkçe’nin lehçelerinden birini konuşan çeşitli topluluklarda, komıs, kobuz, kobız, kubuz, homıs şeklinde adlarla, birbirine benzeyen veya benzemeyen çidraklar için kullanılmaktadır. Bu çalgı, Orta, Batı ve kuzey Asya’da yaşayan Türk boylarında değişik biçimlerde halen yaşamını sürdürmektedir. Anadolu’ya ise tam olarak ne zaman geldiği mevzusunda kesin bir data yoktur.
Bazı araştırmacılar bu çalgının, Türk boylarında kutsal sayıldığını ve din adamları tarafından çeşitli ayinlerde kullanıldığını öne sürmektedirler. “Şaman” denilen bu din adamları, ayinlerinde müziği temel alırlar ve iyi birer de şair olup bu çalgıyı da kullanıyorlardı. XII. Yüzyıl ve daha sonra orta ve batı Asya’da oldukca yaygın olan bu çalgıyı kullananlar, ”kopuzcu” olarak anıyordu.
Orta Çağda İran ve çevresinde “rebab” yahut “rüd” diye adlandırılan bu çalgı, “kopuz” adıyla en geç XV. Yüzyılda Osmanlı müziğinde kullanılmaya başlamıştır. Ancak Anadolu’ya, göçler, gezginler, ozanlar yahut akınlar yöntemiyle taşınarak bu tarihten çok daha önce geldiği sanılmaktadır. Anadolu’ya gelen akıncılar içinde çok tutulan ve sevilen “kopuz”u Evliya Çelebi, bir tür kahramanlık (serhad) çalgısı olarak tanımlamaktadır. Kopuzcular, hem savaş esnasında yaşanan öyküleri söz ve müzikleri dile getirirken aynı zamanda barış zamanı eğlencenin unsurlarından biri olurlardı. Sapında perde bulunmayan kopuz, “tambur”da da kullanılan sert bir mızrapla çalınmaktaydı. Sadece parmak ve yay kullanılarak çalındığı da oluyordu. Yay ile çalınanlarına “Kıl Kopuz”, mızrap ile çalınanlarına ise “Kopça Kopuz” denildiği de olurdu.