Yatağan, 16. yüzyılda yaygınlaşan bir Türk kılıcı. Bilinen ilk yatağanlardan biri Ahmet Tekelû ustanın Kanuni Sultan Süleyman için yaptığı işlemeli yatağandır. Bu kılıç New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenmektedir. Yatağan, saldırma (tek ağzı yalman) türünde bir Türk kılıcıdır. Yatağan kılıcı, günümüzde de Serinhisar, Denizli’de üretilmeye devam edilmektedir.
Genel kanı, bu kılıçlar çoğunlukla Denizli’nin Yatağan köyünde yapıldığından ötürü, kılıcın da buranın ismiyle anıldığı şeklindedir. Ayrıca köye de ismini veren Bektaşi Yatağan Baba’nın etkisi de göz önünde bulundurulmalıdır. Bir rivayet ise, kuşağa sıkıştırılan yatağanın, yan durmasından ötürü bu ismi aldığıdır. Hacı Bektaş-ı Veli‘nin tavsiyesi üzerine Türkmen ustalar tarafından yapılan kılıcın en önemli özelliği sadece tek tarafının keskin olması ve aman diyen, teslim olan düşmana yaşama şansı vermesidir.
Yatağan, pek çok doğu kılıcı gibi kavislidir, ancak (geleneksel kılıçların aksine) keskin ağzı içe gelecek biçimde, ters kavislidir. Çarpışma anında yüksek strese maruz kalan yatağanların ağızları çelikten, sırtları ise esneklik kazanması için demirden yapılırdı. Sapındaki kulaklar, bileği kavrayarak, içe doğru kavislenmesi nedeniyle savrulması zor olan yatağanın kullanımını kolaylaştırır. Bu kulaklar yüzünden, halk arasında “kulaklı” diye de bilinir. Genelde sapından sırtına doğru uzanan bir kemer, darbe anında kırılması muhtemel olan bu bölgeyi destekler. Yatağanların çoğu, sapında ve kabzasında işlemeler taşır. Kabzaya sedef kakma, inci ve değerli taşlarla süslemeler yapılır. Yanaklara ise ustanın adı, “Allah”, “Muhammed”, “Ali” gibi kakmalar yapılır veya Kur’an’dan ayetler yazılırdı. Ancak kullanımının yaygınlaşmasıyla, siviller tarafından kullanılan oldukça basit yatağanlar da yapılmıştır.
Ağırlık merkezi diğer kılıçlara göre kabzasından daha uzakta ve uç tarafa daha yakındır. Yatağan kılıcının kendine has ilave bir eğitimi vardır.
Yatağan’ın bıçak eğimi, İspanyol “falcata”sı, Mısır “kopesh”i ve Yunan “kopis”iyle benzerlik göstermektedir. Yarımay biçimindeki gövdenin, iç kısmı keskin, dış kısmı ise küttür. Yatağan, görünüş itibarıyla doğu esintileri taşısa da, kullanımı daha ziyade Romalıların “gladius”larına benzer. Zira, pala, şimşir gibi kılıçlar, darbe enerjisini bıçağa yayarak, kesme üzerine odaklanırken, düz kılıçlar daha çok enerjiyi kılıcın ucuna yakın odaklayarak, daha sert darbeler vurma eğilimindedir. Yatağanda ise, kılıcın ucu keskin kenar üzerine yatırılarak, uç kısmın açısı değiştirilmiş, kılıç daha çok baş-boyun bölgesine vurulması için geliştirilmiştir. Boyna inen sert bir darbe, bu bölgede zaten zayıf olan Ortaçağ zırhlarından pek etkilenmeden hasmı öldürebilir. Avrupalılar bu kullanım tarzına istinaden, bir çift yatağana “kelle makası” demişlerdir.
Kısa bir kılıç olması dolayısıyla, hem sivil kullanımına uygun, hem de askerlerin yan silah olarak taşıyabileceği bir silahtı. Birçok hançer ve kısa kılıca göre daha ölümcül olması da yatağana olan ilgiyi arttırdı. Yatağan, yeniçerilerin olduğu gibi, 18 ve 19. yüzyıllarda pek çok Balkan ordusunun sembolüydü. Yeniçeriler, öncelikli kullandıkları tüfek ve kılıçların yanında, kuşaklarında birer yatağan da taşıyorlardı.
Siviller arasında da oldukça yaygın olan yatağan, kullanımı hançerden daha zor olmasına ve ustalık gerektirmesine karşın, kulaklarının azameti ve şeklinin güzel olması dolayısıyla, oldukça popüler bir silahtı. Kavgalarda, açıkça üstün olan tarafın, zayıf olan tarafa yatağanın keskin ağzıyla değil de, sırtıyla müdahale etmesi bir töre gereğiydi.